Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. |
Rütbeler Arası Oranlar
Mugglelar
|
|
080
|
Büyücüler
|
|
020
|
ÖlümYiyenler
|
|
050
|
Yaratıklar
|
|
010
|
Canavarlar
|
|
065
|
Handanlar
|
|
025
|
Elifler
|
|
045
|
Tutkular
|
|
040
|
|
|
Burda bi yazı olsun mesela
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum.
|
En son konular | De Nicolai Diamente (Perş. Nis. 19, 2012 4:43 pm) Barbara Elvfsie (Cuma Nis. 06, 2012 2:41 pm)Christalle Fidelja (Perş. Nis. 05, 2012 6:10 pm)Christalle Fidelja (Perş. Nis. 05, 2012 6:07 pm)Christalle Fidelja (Perş. Nis. 05, 2012 6:06 pm)Yrjö Päivi (Ptsi Nis. 02, 2012 6:13 pm)Roma (Çarş. Mart 28, 2012 12:50 pm)Nathan Depardieu (Çarş. Mart 28, 2012 12:06 pm)Nathan Depardieu (Çarş. Mart 28, 2012 12:03 pm)Liesje de Ruyter (Salı Mart 27, 2012 5:03 pm) |
| Mesaj | Yazar |
---|
Konu: Frida Møllebjerg. Paz Mart 18, 2012 8:15 pm | |
| π Frida Møllebjerg. π Esmer ailenin içindeki tek kızıl olarak yaşayan Frida, bir muggle mahallesinde kendini normal olmaya adamış çatlak bir ailede büyüdü. Daha küçüklüğünden gelen tepkileri de arkasına alarak bir çeşit DNA testi sonucunda yanında kaldığı ailesinin biyolojik ailesi olmadığını öğrendi, ancak aile de bunu bilmiyordu. 11 yaşına geldiğinde Hogwarts'a çağırılan Frida, geçmişini Hogwarts'ta daha yakından tanımayı umuyordu. π Ailesine göre oldukça deli dolu kaçan bir kızdı, ailesi titizlikten ve düzenden yanayken kendisi her gün çamurlu ayakkabılarla kanepeye atlama huyuyla ünlüydü. Yine de dışarıdan görünenin aksine okuldaki arkadaşlarının arasında 'inek' olarak anılmamak için içinde gizlediği bir deha var. Çalışmadan girebileceği bir sınavda A+ alabilecek durumdayken bunu gizlemeyi ve zekasını farklı işler için kullanmaya başladı: icatlar, hobiler gibi. Sol beyinci olarak yaşarken sağ beynini de kullanabildiğini fark etti ve bu alana yöneldi, resim yaptı, fotoğraf çekti, şarkılar yazıp söyledi. Her ortama uyum sağlayabilecek bir yapısı varken gereğinden 'inek' olması ve büyürken gerçekleştirdiği büyüler sayesinde toplumdan dışlanmasına ve hastalıklı biriymiş gibi görülmesine yol açıldı. π Apulosayoni, işleri oldukça hızlandırıyor. π Uluslar Arası Sihirsel İşbirliği Dairesi Çalışanı, ancak mevkinin boş olması dahilinde başkanlığa bile aday olabilir. Quaffle, Bludger, Snitch?: Quaffle. Aslan, Cadı, Tek Boynuzlu At, Yunus?: Cadı.
- Spoiler:
Herkes hayatının fazla tuhaf, fazla anormal, fazla gereksiz olduğunu düşünür. Kimisi Tanrının ona hiç şans tanımadığını, kimisi ise neden aşkı bulamadığını sorup durur birbirine. Emma’nın hayatı ise, bir biyografi için fazla kaçık, bir komedi için fazla dramatik ve bir roman için fazla gerçekti. Genç bir kızın bütün bunları yaşadığını düşünmek kimsenin aklına dahi gelmiyordu, ama işte, bilen biri vardı.
Emma, on altı yıldır Filipinler’de yaşayan genç bir kızdı. Annesi ve babası üniversitede aldıkları iş nedeniyle İspanya’dan Filipin adalarına gönderilmişti, babasının annesine evlenme teklifi etmesi üzerine ikisi de burada yaşamaya karar vermişti. Böylece Güneydoğu Asya’nın adalarından birinde dünyaya gelen Emmanuela Vadalean, dünyanın geri kalanından daha harika bir hayata sahip olduğunu düşünüyordu. Patlayan volkanlar, vahşi hayvanlar, çevresindeki insanlar müthişti ona kalırsa. Hiçbir şeyin bundan daha harika olamayacağı fikrine kendini öyle çok kaptırmıştı ki annesinin doğum günü hediyesi olarak sözde verdiği hediyesini duyunca felç geçirmiş gibi kaldı. Annesi evde eğitim alacak yaşı çoktan geçtiğini ve dünyayı keşfetmesi için onu San Marino adlı ufak bir ülkede yatılı okula göndermeyi planlıyordu. Her ne kadar okula gitme fikri onu cezbetse de ülkesinden ayrılmak istemiyordu, ayrıca San Marino diye bir yer hiç duymamıştı. Bir süre sonra annesinin sadece onu evden uzaklaştırmaya çalıştığını öğrendi. Babasının bir kız arkadaşı olduğunu öğrendiğinden beri ilişkileri fazla iyi gitmiyordu ama neden kendisinin sepetlenmesi gerektiğini bir türlü anlayamamıştı. İsteksizce teklifi kabul etmiş –aksini söylemesine fırsat verilmemişti bile, biletleri ve pasaportu hazırdı- ve eşyalarını toplamak için odasına çekilmişti o akşam.
Yatağının ucuna oturmuş sessizce ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu. Rengârenk boyadığı bavulu masasının kenarında açık duruyordu ve içinde neredeyse hiçbir şey yoktu. Emma hayatını seviyordu, yatılı okula gitmek hiçbir şekilde hoş olamazdı, yakışıklı çocuklar olsun ya da olmasın. Ona göre evde eğitim almak harika bir şeydi, babasıyla istediği kadar zaman geçirebiliyordu böylece. Şimdi ise ikisinden birden ayrılmak zor geliyordu. Büyük ihtimalle yaz tatili gibi bir nedenle evine dönmeye çalışacaktı ancak annesi ve babası boşanmış olacaktı ve ikisinden biri başka bir yere taşınacaktı -Filipinler’in ne kadar küçük olduğu düşünülürse büyük ihtimalle başka bir ülke olacaktı bu yer.- Filipinler Emma için tropikal bir cennet haline gelmişti ve San Marino denilen yerde sürünmeye niyeti yoktu.
Tam o sırada aklına bir fikir geldi. Yatılı okul işiyle uğraşmak zorunda değildi, okuldaki yeri ve uçak biletlerinin hazır olması San Marino’ya gidip otostop veya farklı bir ulaşım aracı ile Avrupa’ya kaçmasını engelleyemezdi. İstediği kadar gezip tozabilirdi ve bu sefer başında otoriter bir anne olmayacaktı. Belki Avrupa ona Filipinler kadar muhteşem gelmeyecekti ama yine de ailesinin haklı olduğu bir konu vardı, dünyayı keşfetmesi gerekiyordu. Fikri yavaş yavaş ortaya çıkan büyük bir gülümseme ile kafasında tartarken ayağa kalktı ve gözyaşlarını silip sevdiği müziklerden birini açtı. Bavulu kaldırıp yatağının üstüne koyarken mırıldanarak şarkıyı söylemeye başlamıştı bile. Bulduğu her eşyayı katlayarak ya da fırlatarak bavula atmaya başladı; kıyafetler, fotoğraflar, anı eşyaları, arkadaş hediyeleri, abur cubur çekmecesinde sakladığı çikolatalar. Geceliklerini giyip son kez odasına göz gezdirdi. Odasının bile gözüne bu kadar güzel geleceğini düşünmemişti. Yere puflar ve minderler konulmuştu ve çeşitli malzemelerle duvarını deli gibi boyamıştı. Aslında oldukça modern bir yer olabilirdi ama daha rahat ve kendine düşkün bir yer olmasını sağlamıştı. Pencerenin altına yerleştirdiği bir kitap yığını ve hamalı vardı, sıcak havalarda bazen yatağı yerine orada uyumayı tercih ediyordu. Duvara yaslanmış bir yatağı ve onun ucunda tahtadan yapılmış bir masası vardı. Masanın üstünde biraz önce toplanmış gibi görünen bir yığın eşya diziliydi ancak normal zamanlarda orada bilgisayarı dururdu. Babasının yaptığı bir sistem sayesinde elektrik ve internet sıkıntısı çekmiyorlardı. “Burayı gerçekten özleyeceğim.” dedi Emma iç çekerek. Duvardaki aynaya doğru ilerledi ve kendine baktı. Mavi bir geceliğin içinde kumral saçlı bir kızdı o sadece. Yeşil gözleri vardı ve her an bir işler karıştırabilecekmiş gibi duran bakışlara sahipti. Sol dirseğinin biraz yukarısında çocukluğundan kalma ufak bir yara izi vardı, solak olduğu için yere düşüp yuvarlandığında kendine destek sağlamak için soluna odaklanmıştı ama fazla dayanamayıp onun da zedelenmesine neden olmuştu. Yine de hoş denilebilecek bir kızdı, köy halkı onu kendi arasına alalı uzun zaman olmuştu. Gülümsedi, aynadaki yansıması da aynı içtenlikle baktı. “Yarın büyük gün.” gözlerini irice açıp dalga geçercesine konuştu. Ancak o gece uyuduğunda büyük bir sorunmuş gibi dert ettiği yatılı okulun tüm sorunlarının içinde bir karınca kadar kalacağını bilemezdi. Hayatının en büyük olayını başlayan şeyin altında ise bir kabus yatıyordu.
π π π π
“Neden her seferinde ben seçiliyorum?” diye sitem etti pembe elbisesi içindeki ufak kız. “Çünkü en hızlı koşanımız sensin ve daha eğlenceli oluyor.” dedi aynı yaşta olduğu sevimli bir çocuk. Kız iç çekmekten başka bir şey yapamadı, o yaşta bile içten içe oğlanın hoş olduğunu ve söylediklerine karşı gelirse onu bir daha oyununa davet etmeyeceğini düşünüyordu. Ağaca doğru döndü ve kollarını ağaca dayayıp alnını yasladı. “Bir, iki, üç, dört…” Arkasındakilerin koşmaya başladığını duyabiliyordu, oyunun amacı da buydu zaten. Üç kez ona kadar saydıktan sonra -daha fazlasını bilmediği için öyle yapmasını söylemişlerdi- arkasını döndü.
Normal olarak, oyun oynadığı çocuklarının hiçbirinin ortalıkta olmaması gerekiyordu ve etraftaki sessizliği bu yüzden önce tuhaf karşılamamıştı. Sonra sokağın karşısındaki kadını fark etti, kendisine doğru süzülerek geliyor gibiydi. Kukuletalı siyah bir cüppesi, açık kahverengi dalgalı saçları vardı. Kadının güzel olmasını engelleyen tek şey yüzüydü; yemyeşildi. Yani gerçekten, biri üstüne boya atmış gibi duruyordu. Kadın yolun ortasında durdu ve eliyle kıza gelmesini işaret etti. Ufak kız hiçbir şey düşünemiyordu, kadının elinde aniden ortaya çıkan şekerlere odaklanmış bir şekilde minik ayaklarıyla koşmaya çalışıyordu sadece. Kadınla arasında bir metre kalınca durdu. Kadın gülümseyerek şeker dolu elini uzatırken tamamen istemsiz bir şekilde bir tanesini aldı. Ardından tiz bir kahkaha eşliğinde kadın kayboldu ve ufak kız ancak o zaman kendisine doğru kayarak gelen arabanın kornasını işitebildi.
π π π π
“Özür dilerim, sadece kötü bir kabus görmüş, hırsız veya katil falan yok.” Annesi olanları polise olanları açıklamaya çalışırken Emma bir battaniyeye sarınmış, kenara büzüşmüştü. Uyanırken tek duyabildiği şey çığlıklardı, sonra onların kendi çığlıkları olduğunu fark etti. Kendine tamamen gelebildiğinde annesi ve babası yanında durup ona sakin olmasını söylüyordu ancak komşulardan bir kısmı elinde bıçakla bir katil falan gördüğünü sanıp polisi aramıştı. Aslında çok fazla büyütülmemesi gereken bir olay olduğunu biliyordu, yani olayın gerçek kısmını duyan herkesin söylediği gibi sadece basit bir kabustu, bu kadar büyütmesi gerekmezdi. Ama ılık gece havasında bile titremekten kendini alamıyor, babasının yanında kalmaya dikkat ediyordu. İnsanların dediği gibi aptal bir kabus değildi bu, eğer öyleyse de neden onu bu kadar korkutmuştu anlamıyordu. Babasına sarılırken olabildiğince kafayı yememiş bir görüntü çizmeye çalışıyordu. Polisler önemli bir şeyin olmadığını fark ettiğinde ufak not defterlerini somurtmaları eşliğinde toplayıp gittiler. Eve doğru gitmesi için omzundan babasının tuttuğunu hissedince yavaşça bacaklarını açtı ve hareket etmeye başladı ama aklı hala kâbustaydı. Kadının beraberinde getirdiği soğuk rüzgarı ve sessizliği, arabanın sertçe ona çarptığını ve yere düştüğümü, her şeyi gayet net bir şekilde yaşanmış gibi hatırlıyordu. Sanki küçüklüğünden kalma bir anı izliyormuş gibiydi, kadının suratının yeşil olması ve mekanın aniden evrim geçirmesini saymazsak gerçekten de bir anı olabilirdi ancak hayatında ne araba kazası geçirmişti ne de öyle bir mekanda bulunmuştu -neresiydi orası, Amerika mı?- Annesi ülke değiştireceği ve yeni bir hayatı için çok gergin olduğunu ve bu nedenle kabus görmüş olabileceğini söylüyordu babasına. Babası ise yavaşça kafasıyla onayladı ve Emma’ya doğru baktı, bakışları kesiştiğinde güven verircesine gülümsedi. Gecenin geri kalanını elinde kitap, bol bol kahve ve televizyon kumandası gibi şeylerle beraber kanepede geçirdi.
Sabah kendini belli etmeden hızlıca geçip gidiyordu. Hatırladığı sadece birkaç bulanık zaman vardı aynı sabahla ilgili; babasına sıkıca sarılışı, uçaktan inişi, birkaç kaybolma ve kırık dökük İtalyanca ile okulun yerini tespit edebilme gibi. Hapishane girişi misali kapının önünde durup kısa bir süre düşündü. Ya içeri girecek, iyi bir eğitim alacak ve üniversiteye gidecekti; ya da seyahatine başlayacak, dünyayı gezerek öğrenecek ve canının istediğini yapacaktı. Her iki yolunda artı ve eksileri vardı, okul tam bir tımarhane ve gezi de tam bir fakirlik abidesi olabilirdi. Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı- ve birkaç saniye sonra tekrar açtı. Hayır, kendisini kesinlikle okulda görmüyordu.
Geldiği yerden geri dönerek ana yola çıktı ve bir taksi bulmaya çalıştı. Geleceğini bu kadar kolay bir şekilde değiştirebildiğine kendisi bile inanamıyordu ama kararını daha odasındayken vermiş olduğunu hatırladı. Sonunda bir taksi durdurabildi ve kendini arka koltuğa attı. Adama olabildiğince turist olduğunu belirtmeye çalışarak “Aeroporto!” diye bağıra bağıra konuştu. Adam yavaşça çiselemeye başlayan bulutlar eşliğinde bıkkın bir şekilde sola saptı ve ilerledi. Emma ise bu sırada arkasına yaslanmış üzerindeki gerginlikten kurtulmaya çalışıyordu, kabusun etkisinden çoktan çıkmıştı -‘Sadece bir kabustu.’ diye düşündü kendi kendine- ancak bu seferde kapalı bulutlar içini karartmayı başarmıştı. Sanki gezisinden şimdiden vazgeçmesini söylüyorlardı. İlkbahar güneşi bulutların arasından çıkmaya çalışırken ufak gökkuşakları belirdi etrafındı. İlk defa gördüğü manzaraya gülümseyerek bakarken pencereye neredeyse yapışana kadar yaklaştı. Kendisini on beş dakika sonra hava alanı önünde bulduğunda adama cebinden çıkardığı banknotları uzattı. Adam gerekli olan parayı aldıktan sonra geri kalanını Emma’ya verdi ve bavulunu indirmesi için yardım etmeye girişti. Pekala, şimdi sırada ne var? diye düşündü hava alanına bakarak. Hangi ülkeye gitmek istiyordu? İstediği yerden başlayabilirdi. Derin bir nefes alıp bavulunu sürükleyerek içeri girdi. Hava alanı dev gibiydi ve her yerde şöyle ya da böyle bir işle uğraşan insanlar vardı, ki çoğu koşuşturuyordu. Güvenlik kısmını atlattıktan sonra ilerleyip kalabalığın arasına karıştı.
“Ah, tatlım. Demek buradasın. Şu haline bak!”
Şok olmuş bir şekilde karşısında duran kadına baktı sadece. Belki de kafayı yemek üzereydi ama o kadının kesinlikle kabusundaki kadın olduğuna emindi! Tek farklı şimdi daha insan görünüyordu, yeşil değil esmer bir teni vardı ve İtalya’ya özgü kıyafetler giymişti. Emma’nın şaşkın bakışları altında kadın sanki onun büyük teyzesiymiş gibi bir titizlikle kıyafetlerini silkelemeye başladı. “Af-afedersiniz, sanırım biriyle karıştırdınız, b-be-” diye başladı lafına ancak kadın sözünü kesti. “Evet, biliyorum. İşte, şunları al.”Eline tutuşturduğu kırmızı şeylere baktı. İçi kan dolu ilaçlara benziyordu ama kadının söylediğine göre bunlar sadece nar tanesiydi. Daha önce hiç nar görmediği için inanıp inanmamak arasında biraz tereddüt etse de herhangi bir şey söylemedi. “Yolculuk boyunca seni zinde tutar, kesinlikle yemelisin.” dedi kadın sahte bir gülümseme ile. Ne olursa olsun, Emma o nar tanelerinden bir tane bile yememeye karar verdi sessizce. Kadın Emma’yı omuzlarından tutup sanki geç kalmış gibi sürükleyerek götürürken tek yapabildiği kendini ona bırakmaktı. Sonunda bir otobüs hattının ortasında durdu. Kendisini bir otobüse doğru bakacak şekilde durdurdu. “Orada görüşürüz.”dedi ve ortadan kayboldu. O kadar hızlı olmuştu ki Emma gözünü kırptığında onu göremez olmuştu. Kabusu zihnini mi etkilemeye başlamıştı? Tekrar korkmaya başladığını hissetti, aynı zamanda bütün duyuları canlanmış gibiydi. Sanki daha iyi duyabiliyor daha iyi görebiliyordu. Bakmak üzere olduğu otobüsün nereye gittiğine dair bir işaret aradı ve tabelasını gördü. “Yunanistan.” diye mırıldandı. Yunanistan’a gitmek istediğinden emin değildi ama belki de zihninin oyunu ona bir işaret veriyordu. Bulut grisi rengindeki otobüse doğru yürüdü. Görevli ona çok şanslı olduğunu, oturulacak son yerin az önce iptal edildiğini ve isterse yarı fiyatına alabileceğini söyledi. Bileti alacağını söyleyen kadın beş dakika önce nedensiz yere iptal etmişti ve patronu ona bağırıyordu. “Olur.” dedi bavulunun yanına iyice sokularak. Yanında uyuyan yaşlı kadına aldırmadan yerine geçti ve el çantasını ayaklarının ucuna koydu.
π π π π
“Yapmayacağını söylemiştin!” diye bağırdı genç bir kadın karşısındaki kadına. Kadın arkasını dönük olduğu için kim olduğunu göremiyordum ama kime benzediğini fark edince ürperdim, yine aynı cadı.
“Evet, söylemiştim. Ama söz vermemiştim, bana bir söz verdirmeliydin.” dedi cadı bütün kurallarını kendisinin koyduğu oyunca oldukça eğlenerek.
“Agnes, lütfen! Yıllardır bunun olmaması için uğraştığımın hiç mi farkında değilsin?” dedi kız neredeyse yalvararak. Agnes isimli cadı ise kıza sivri bir bakış attıktan sonra tek yaptığı başıyla onaylamak ve arkasını dönüp uzaklaşmak oldu. Genç kız arkasından öylece bakakaldı.
π π π π
“Siamo arrivati.” Yanındaki yaşlı kadın onu sertçe dürterken uyandı Emma. Kadın pencereden dışarısını görsteriyor ve İtalyanca bir şeyler söylüyordu. Gözlerini ovalayıp başını kaldırdı, hava neredeyse kararmıştı. Yolcu gemisi tarzı bir yerdeydi ve Tanrım, suda giden her şey onun midesini bulandırırdı. Her tarafında arabalar vardı, yanındaki kadın onun bütün gün uyumasına müsaade ettikten sonra uyandırma gereği duymuştu elbette. Geminin yolcuları her türlü cins turistlerden oluştuğu için aynı dil konuştuğu insanlar bulmak fazla zor olmadı. Bir çift beyefendiden yeterince bilgi aldıktan sonra teşekkür etti ve otobüsüne dönmek için topuklarının üstünde döndü. Söylediklerine göre Brindisi bölgesinden yolcu gemisine binilmişti ve Igoumenista istikametine gidiliyordu. Emma çoktan yaşlı cadının aklına uyduğu için pişman olmuştu, kim bilir otobüs nerede duracaktı. Yaşlı cadıyı hatırlayınca duraksadı -ne demişti adına, Agnes mi?- Bu sefer gördüğü şeyin bir kabus olup olmadığından emin değildi ama sürekli Agnes’in rüyalarının canına okumasından bıkmıştı. Yani cidden, başka işi yok muydu kadının? Derin bir nefes alıp çantasından rastgele bir kitap çıkarttı, kafasını dağıtması gerekiyordu.
Birkaç saat sonra Thesprotia adındaki düzgün telaffuz etmeyi beceremediği bir yerde buldu kendisini. Yunanistan bir yığın adadan oluştuğu için tam olarak nerede olduğunu kestiremiyordu aslında. “Pekala Agnes, şimdi nereye gitmemi istiyorsun?” dedi yarım saat önce yaptığı planına sadık kalarak. Agnes’in onu iyi ya da kötü -muhtemelen kötü- bir yere doğru yönlendirdiğini biliyordu, böylece nereye gitmesini istediğini görene kadar devam edecekti. Etrafına bakınarak kadını ararken başka birini gördü aniden. Genç kız ona baktığını görünce şaşkınlık içinde başını çevirip uzaklaştı. “Hey, bekle!” diye bağırdı Emma arkasından koşmaya çalışarak, bavulu ile koşmaya çalışmak bile başlı başına zor bir işti. Birkaç dakika sonra kızı kaybetmişti bile, tekrar. Sanki bir siluet gibi ortaya çıkmış ve gitmişti. Birkaç saniye sonra kafasına dank etti, başını kaldırıp tabelalara bakmaya başladı. “Atina mı? Gitmem gereken yer Atina mı?” ‘Atina ha? Bunu San Marino’da söylemek o kadar zor muydu?!’ diye söylenmeye başladı kendi kendine. Uçak ile birkaç saatte varabileceği yolu otobüs-feribot-otostop üçlüsüyle büyük ihtimalle bir veya iki günde tamamlayacaktı şimdi. Tanrı aşkına, gerçekten, daha önceden söylese ne olurdu?!
Dört saat sonra kendini yaşlı bir çift ve iki kız torunu ile arabanın arka koltuğunda buldu. Atina’ya gittiklerini öğrenince Emma o kadar çok yalvarmıştı ki ‘Açım, susuzum, evsizim, kanserim…’ gibi şeyler söyleseydi bu kadar üzülmezlerdi onun için. En azından aile İngiltere’den gelmeydi, anlaşmak zor olmamıştı. Koltukların en solunda başını cama yaslamış bir şekilde otururken çoktan uykuya dalmış kızları rahatsız etmemeye çalışıyordu. Her ne kadar itiraz etse de yorgunluk galip geldi ve kafasını cama yaslandı. Birkaç saniye sonra uykuya dalmıştı.
π π π π
Genç kız geniş bir bahçenin ortasında yalın ayak yürüyordu. Attığı her adım o kadar zarifti ki altında ne bir çimen eziliyor ne de bir toprak izi oluşuyordu. Hem mutlu hem de endişeli görünüyordu nedensiz. Onun neden endişeli olduğunu merak etti birden. Bu kadar harika bir günde, telaş yapmasına neden olan şey neydi? Sonra Agnes’i gördü. Beyaz bir patikadan simsiyah kıyafetler içinde geliyordu yavaşça. Kadının yer yerinden güç fışkırıyormuş gibi bir görüntü vardı ortada, bu tabloya kesinlikle uymuyordu. “Hayır Agnes, defol.” diye mırıldandı genç kızın endişesinin arttığını görünce. Onu korkutmasını istemiyordu. Agnes onu ya duymamıştı ya da duymamış gibi davranıyordu, genç kızın yanına yaklaşıncaya kadar hiçbir yaşam belirtisi göstermedi.
“Beni her istediğinde çağıramazsın Agnes, biliyorsun.” dedi genç kız bıkkın bir tavırla. Agnes dudaklarını kıvırarak gülümsedi. “Belki, ama sen her seferinde geliyorsun.” Kızın etrafında ufak bir daire çizerek yürümeye başladı, konuşmaya devam ediyordu. “Üstelik bütün bunları Atina’ya neredeyse varmış olan bir kız için yapıyorsun. Söylesene, bütün bunları önleyebileceğini mi sanıyorsun? Kehanet gerçekleşmek üzere. ” Genç kızın öfkeli sesi Agnes’i susturdu. “Ona zarar veremezsin!” Agnes hiçbir şey söylemeden kızın etrafında dolaşmayı bırakıp geldiği patikaya doğru ilerledi.
“Agnes, dur!” Genç kız arkasından koşarken az kalsın Agnes’e çarpacaktı. Agnes bunu bekliyormuş gibiydi, yavaşça başını çevirdi. Genç kız umutsuz bir şekilde gözlerini aşağı çevirdi. “En azından onunla konuşmama izin ver.”
π π π π
“Tatlım, tatlım uyan. Ah, uyandı George.” Karşısındaki kadın her kimse kendisini o kadar fena dürtüyordu ki canı acıdığı için uyanmıştı. Yaşlı kadınların ellerinde ek bir kuvvet falan olmalıydı, matkap gibi hiç kimse dürtemezdi başka. Çevresine bakındıktan sonra bir saniyeden kısa bir süre içinde parçaları birleştirdi: Atina, kabuslar, yaşlı çift ve araba yolculuğu. “Ah.” dedi şaşkınlık içinde. Onların olduğu belli olan bir evin önüne gelmiştiler ve çok derin uyuduğunu şimdi fark etmişti. “Özür dilerim, sanırım uzun zamandır ilk defa derin uykuya dalıyorum.” dedi doğrulup oturarak. Kadının Yunan aksanıyla hızlı hızlı konuştuğu İngilizcesini umursamayarak gördüklerine odaklandı birkaç saniye. Sonra ne yapması gerektiğini hatırladı. “Atina’da mıyız?” diye sordu kadının sözünün bitmesini bekleyemeden. “Evet, elbette. İşte şurası ana cadde. Atina’da neresini arıyorsun, istersen George sana yardım edebilir.” dedi kadın eliyle bahçedeki adamı göstererek.
“Şey, biliyorum, biraz tuhaf kaçacak ama, buralarda büyük bir bahçe var mı? Şato bahçesiymiş gibi görünen bir yer, veya bir genç kız mabedi gibi bir heykel.”
Ω Ω Ω
“Dediğin yer burası olmalı.” dedi George araba penceresinden dışarıyı göstererek. Yunanca yazdığı için tam olarak ne yazdığını okuyamıyordu ama burası olduğunu ummaktan başka seçeneği yok gibiydi. “Evet burası olmalı, gerçekten çok teşekkür ederim.” dedi adama büyük bir içtenlikle. Arabadan indi ve şimdi yıkanmış kıyafetlerle ve bozulmamış yiyeceklerle dolu bavulunu aldı. “Tekrar teşekkürler.” dedi araba uzaklaşmadan önce. George’un ona gösterdiği binaya doğru döndü ve derin bir nefes aldı, burası olmak zorundaydı.
Yunan Mitolojisi adı altında çalışan bir binanın kapısından geçti peşinde bavulunu sürükleyerek. Mitoloji bölümünde ne işi vardı bilmiyordu ama George ve karısının söyledikleri içinde en uygun buldukları yer burasıydı. İkinci katta dediği türden bir heykel olduğunu söylemişlerdi, görevliye bavulunu kenara bırakıp bırakamayacağını sordu, evet gibi bir cevap alınca eliyle gösterdiği yere koydu yavaşça. Başka bir soru sormadan merdivenlere yöneldi, içinden bir ses hızlı olmasını söylüyordu. İkinci kata vardığında diğer bütün eşyaları pas geçip heykelleri incelemeye başladı. Altlarında büyük harflerle Yunancası yazan heykeller bütün bir koridor boyunca yan yana dizilmişti, mitolojideki tüm tanrı ve tanrıçaları barındırıyor olabilirdi pekâlâ. Yavaş adımlarla ilerlerken heykeli bulabilse bile ne yapabileceğini sordu içindeki bir ses. Bunu düşünmemeye çalışarak heykellere döndü tekrar. Bütün koridoru bitirdiğini ancak ona benzer bir heykel bulamadığını görünce donup kaldı Emma. Yanlış yerde olmalıydı! Tekrar başka bir yerden başlamak o kadar zor gelmişti ki en yakın koltuklardan birine oturup ellerini çenesine dayadı ve iç çekti. Tanrım, onun burada işi neydi? Filipinler’deki harika hayatını terk etmesi gerçekten gerekiyor muydu? O şapşal yatılı okula mı katlanmalıydı? Gözlerini karşısındaki kadın heykeline sabitleyip beynindeki fırtınayı dindirmeye çalıştı ancak görünüşe göre kaderin benim için başka planları da vardı. Emma’nın baktığı sırada, kadın heykeli yavaş yavaş mermerden insan tenine dönüştü ve şaşkınlıkla açmış olduğu gözlerinin önünde oturduğu yerden indi. Yavaşça yanına gelirken attığı her adımda birkaç yaş daha gençleştiğini gördü Emma, bütün bunlar gerçek olamazdı. Hayal kırıklığı ya da pişmanlık ya da üzüntü ya da başka bir şeyin tepkisi sonucu halüsinasyon görüyor olmalıydı. Kadının arkasından üstünde durduğu mermerdeki yazıyı okumaya çalıştı hızlı bir bakış atarak. Yunanca harfler yavaş yavaş gözünde Latin harflerine dönüşürken küçük bir şok daha geçirdi. Üstünde yazanları gayet net okuyabiliyordu artık, harfler birden erimiş ve sanki sırf ona özel olsun diye basitleştirilmişti. Persephone, kadının adı buydu. Ayağa kalktı ve şimdi onun yaşına gelmiş genç kıza baktı. Onun kim olduğunu bir saniyeden kısa bir sürede anladı. Agnes’in onunla ve neden kendisiyle uğraştığını bilmiyordu, derin bir nefes alıp verirken bundan sonra işlerin daha beter olacağını düşünmemeye çalıştı.
“Merhaba anne.”
Rpg Emmanuela Vadalean adındaki karakterim üzerinden, Yunan Mitolojisi kurgusu üzerine yazılmıştır. Sorun olursa değiştirebilirim, ayrıca okunduktan sonra silinebilir mi acaba? Teşekkürler.^^
|
| Frida Møllebjerg Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 18/03/12
| | | Konu: Geri: Frida Møllebjerg. Salı Mart 20, 2012 2:38 pm | |
| |
| Roma Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 07/03/12
| | | |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|